Geçtiğimiz
günlerde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yeterli sayıda öğrenci bir araya
gelirse Kürtçe'nin seçmeli ders olarak alınabileceğini ve öğrenilebileceğini
belirterek, "Bu tarihi bir adımdır" dedi. Bana göre, bu adımın Kürt Halkı açısından
hiçbir tarihiliği ve önemi yoktur. Şöyle ki; Kürt öğrenciler verilen bu sınırlı
‘’hakkı’’ 5. Sınıftan sonra kazanabilecekler. Zaten 5. sınıfa kadar gelmiş olan
öğrenci, Türkçe öğretimin tüm zorluklarını yaşamıştır. Bu sorunları aşabildiyse
okuluna devam etmiş, aşamadıysa da 5.
Sınıfa gelemeden çoktan bırakmıştır bu birincisi. İkincisi, zaten Kürt
öğrencilerin seçmeli Kürt dersine ihtiyacı yoktur. Çünkü zaten, hemen hepsi
ailelerinden Kürtçeyi öğreniyor, 5. Sınıfta alacağı 2 saatlik Kürtçe dersinin
onlara hiçbir katkısı olmayacaktır. Kürt öğrenciler dışında da, Türkiye
şartlarında bu seçmeli dersi kimse almayacak, alamayacaktır. Alsa da, faşist
öğrenciler, öğrenci velileri ve hatta öğretmenler tarafından yaftalanıp,
hayattan sogutulacaktır. Bir de, 1 yıl ingilizce hazırlık okutturulup, bir şey
öğretilemeyen bir ülkede, 2 saattlik dersle kimsenin Kürtçe öğrenemeyeceği
gerçeği var ki, ayrı bir yazının konusu olacak kadar önemlidir. Bu sebeplerden
mütevellit, son derece gereksiz ve amaçsız bir karardır.
Bu kararın
alınmasında ki tek neden, Kürt Halkının temel hakkı olan, anadilde eğitim hakkı
sağlanamadığı için, ‘biz sorunu çözmek istiyoruz, ama şartlar henüz uygun
değil, onun için şimdilik böyle küçük adımlarla başlıyoruz’ şeklinde uygulanmak
istenen bir oyalama politikası, bir prim kazanma hareketidir. Ama herkes
biliyor ki, Türkiye’de bu ‘’şartlar’’ hiçbir zaman uygun hale gelmeyecek.
Umudumuz, bir liderin çıkması ve dogru olanı yapıp, efsane olmasıdır. Bu
liderin de dogal olarak, yönetimden
çıkması bekleniyor. Leyla Zana’da son açıklamasında bu yönde ifadeler vermiş ve
Recep Tayyip Erdoğan’nın, bu konuda gerekli adımları atacağına güvendiğini
belirtmiştir.
Gelelim
Başbakanın (ya da ondan sonra gelecek olan Başbakanın!) efsane olması için
yapması gerekenlere;
Aslında,
Kürt Sorununun çözümü için bir çok yöntem benimsenebilir; Federalizm,
Konfederalizm, Özerklik gibi. Ama ben, Türkiye’de uygulanması daha muhtemel
olan ‘’Çok Kültürlülüğün Kabulü’’ üzerinde durmak istiyorum.
Bilindiği gibi, Türkiye bir çok halkı içinde
barındıran çok kültürlü bir toplumdur. Fakat, Türkiye Cumhuriyetinin
kuruluşunun temelini oluşturan ‘’devlet-ulus’’ modeli, bu gerçeği yadsımıştır.
Bu modele göre önce devlet, sonra ulus gelir. Bu ulus belli bir proje
çerçevesinde oluşturulmaya çalışılmış, ‘’ideal Türk’’ amaçlanmıştır.
Dolayısıyla toplumu oluşturan farklılıklar teke indirgenmeye çalışılmış,
farklılıklardan zorla bir bütün yaratılamayacağı gerçeği göz ardı edilmiştir.
Bu da sorunların artarak bugünlere gelmesine sebep olmuştur. Sorunların çözümü
ise, farklılıkları bir zenginlik olarak görüp, çok kültürlülüğün önünü açmaktan
geçmektedir. Bu çerçeve de ilk olarak yapılması gerekenler ise; farklılıkları
olağan kabul etmek, her bireyin ve kültürün
yasal haklardan eşit derecede faydalanmasını sağlamak, anlaşmazlıkların
savaş ile çözülemediğini kabul edip, hukukun üstünlüğü çerçevesinde barışçıl
yollarla bu anlaşmazlıkları çözüme kavuşturmak ve her kültürün kendini
geliştirmesine olanak tanımaktır. Bütün bunların yapılabilmesi için Türkiye’nin
demokratikleşmeye ihtiyacı vardır. Bu koşulların oluşması tabii ki kolay
değildir. Ama savaşın bitmesi için de uygulanması zorunlu bir yöntemdir. Bu
haklar verilirse daha fazlasını isterler gibi bir paranoyadan da halk olarak
kurtulmak gerekmektedir. Sorunun çözülmesindeki en büyük engellerden biri de,
bu bölünme paranoyasıdır. Aksine, doğuştan gelen bu haklar tanındığı zaman
toplumda bir birlik oluşacaktır. Birçok, Avrupa ülkesinde de örneklerine
rastladığımız gibi, hakların tanınmasıyla üniter yapı da bir değişiklik meydana
gelmemektedir.
Bu
satırların yazıldığı gün, Hakkari- Dağlıca’da 8 askerimiz daha şehit oldu.
Birazdan devlet yetkilileri çıkıp, gerekeni yapacağız, artık bıçak kemiğe
dayandı tarzı açıklamalarla halkın ‘’gazını’’ alacaklar. Yine ‘’sınır ötesi
operasyon’’ söylemleri hava da uçuşacak. Ve bir sonraki şehit haberlerine kadar
bu olaylar unutulacak, her zaman olduğu gibi. Bu mu istediğimiz? Bölünme
paranoyası ya da ‘’tek devlet, tek millet’’ söylemleriyle bu iş nereye gidecek?
Bir Avrupa Birliği yetkilisinin de söylediği gibi, bizim ülkemizde asker savaşı
seviyor. Böylece her zaman siyasetin içinde kalabiliyor. Artık bu görülmelidir.
Benim yukarı
da önerdiğim çözüm yöntemini tabii ki, yöneticilerde biliyor. Her dönem de
mutlaka bir Başbakan çıkıp, hakların verilmesi gerektiği gibi açıklamalar
yapmıştır. Ama sonrası gelmemiştir. Büyük olasılıkla bu savaştan rant sağlayan,
‘’derin devlet ‘’ tarafından susturulmuşlardır. İşte efsane olmakta bu ‘’derin
devleti’’ deşifre etmekten ve bu sorunu bu şekilde çözmekten geçmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder