25 Şubat 2009 Çarşamba

BM VE ESKİ YUGOSLAVYA İÇ SAVAŞI

evet yeni tez konum sanki eskisi varmış gibi oldu bu cümlede :) düzeltiyorum ilk tez konum. aslında 7.tercihti ama teknik bir hata yüzünden seçmek zorunda kaldım.an itibariyle pek bir kaynak bulamıyorum ama araştırcaz bakalım.Gelecek nesiller için seviniyorum bu konuda benim gibi kaynak sorunu çekmeyecekler literatüre damgamı vuracağım :) pek sevemesem de artık ona alışmaya başlasam iyi olur ya da önce neyi anlatacagımı çözsem daha iyi olur :) neye niyet neye kısmet puuff ya seçim yaparken bm konuluları eliyodum bunu sırf Tito amcanın hatırına eklemiştim listeye.işte bişiyi kafaya cok takınca daha da boka sarıyo işler.bunu her defasında görüyorum aslında ama ne zaman akıllanacagım merak ediyorum.bu arada bi ajanda sart oldu artık (ki teknik hata dediğim şey buydu. saatler karıştı(bu saatler karıştı içinde ayrı bir parantez lazım şimdi ,ne saati diye düşünenler için de kusura bakmasınlar artık o da eksik kalsın,anlamasınlar :).halbuki bi ajandam olsaydı yazsaydım oraya saati sonra da gidip ilk üç konumdan birini paşa paşa alsam fena mı olurdu ztn herkese aynı anda randevu verme olayı kronikleşmeye basladı iyice:).bana hediye almak isteyen varsa ajandaya cok sevinirim :)

saptık ya da saptırıldık

Blog kuruluş amacından saptı,sapıttı...zaten başladığı hedef dogrultusunda ilerleyen ne kaldı ki hayatımda.Herseyin sapkın oldugu bir ortamda blog düzgün ilerleseydi anormal olan asıl sapkın olan o olurdu...off yıllar,geçip gittiğiniz gibi aynı hızda geri dönebilseydiniz keşke.Bana birşey hissettirmeden ama.Sanki ben hep ordaymışım,hiç birşey yaşanmamış gibi.Birgün uyandığımda tarih ....(bilemedim,ama) gerilerde biryerlerde olsaydı ve ben kendimi,isteklerimi ozaman keşfetmeye başlasaydım.Tamamlamış olsaydım bircok seyi.Tamamlamak çok mutlak bir kavram bunu biliyorum.Ama hayata başlayışım yanlışken bir kelimeyi yanlış kullanmış olmamın üzerinde durmak ve onu düzeltmeye calışmak ne kadar mantıklı olur ? evet mantıksız olur,bende böyle birşey yapmayacagım zaten.Ayrıca bu yanlışı benden başka kimse görmeyecek görsede anlamayacak anlasada sallamayacak.Bu yazıyı genel olarak çözümleyemeyecek hiçkimse.Çünkü bunlar benim iç seslerim ve bunların hangi tonda,hangi amaçla yazıldıklarını benden başka kimse tahmin bile edemez ya da eder mi ?:) Şu an çok mutlu olduğum içinde saçmalıyor olabilirim.


Karşımda sınıf arkadaşım oturuyor.Ama beni görmemiş gibi yapıyor.Neden die düşünüyorum.20 küsür yaşlarında üniversiteli bir yabani var karşımda...sanki ilkokula yeni başlamış göz temasından bile korkan bir yeni yetme gibi önündeki masadan ayırmıyor gözünü...kimbilir belkide çok korkuncumdur ni ha haa :D 3 yıl aynı sınıfta okumuş ama birbirine yabancı insanlar...gittikçe yabancılaşıyoruz birbirimize,herkes kendi kabuğuna çekiliyor.Kimin suçu bu ? ya da suçlu var mı ortada ? Fakülte mantığı bu galiba,ilk gün,ilk yıl kimlerle tanışıp takıldıysan hayatında onlar oluyor.Geri kalanlar yabancı...Ama ben sıkılıyorum bu durumdan,yoruluyorum aynı kişilere birseyler anlatmaktan ve bu anlattıklarım hakkında en ufak bir fikirleri olmamasından...Etrafımdakilerle daha da küçülüyorum sanki.Beni omuzlarımdan tutup silkeleyecek biri yok mu ? Anlattıklarıyla beni dumur edecek biri,bakış açımı değiştirecek birileri yok mu oraaaaadaaa ?


'Kitap en iyi dosttur ' bir kere daha en anlamlı söz olarak geçti,beynimin kıvrımlarından.Ne güzel ne duymak istiyorsan onu anlatıyorlar.Okurum ozaman bende,konuşmayın benimle hatta anlatacak birşeyin yoksa uzak dur benden oglum/kızım herneysen işte !

24 Şubat 2009 Salı

MONOTONN

Hergün diğerinin aynısıyken gelişimi nasıl yaşayacağım ? Kötü olan bu duruma bir son veremiyor ama hergün son vereceğim diye kendime sözler veriyor olmam dolayısıyla sözlerinde bir anlamı kalmıyor bir süre sonra.Onlar da tıpkı günlerim gibi kendini yineliyor ama yenilemiyor...Bu durağanlık,bu aynılık çıldırtıyor beni.Sanki damarlarımdaki kan hayatıma uyum sağlamış aynı rutinlikte akıyor.Omur ilik soğanımdan tüm hayat enerjimi çeken bir şeyler var...Esir alıyor beni bu statik durum.Yapılacak onca şey varken harekete geçemiyorum,görünmeyen eller beni kontrol altında tutuyor sanki...Gitmek istiyorum burdan olmayan ülkeme, olmayan evime.Ozaman bitecek sanki bu oksijen tüketim işi.
Kurt Cobain'i anlayabiliyorum üretememek,öğrenememek,gelişememek çok acı verici.İnsan bazen son versem mi diye düşünmeden edemiyor.Ama bu korkaklık.Ozaman sadece acılarını değil üretebilme ihtimalini de yok ediyorsun.Seni sıkan yalnızlığa,durağanlığa geri dönüşün olmamacasına gömülüyorsun.Yaşamalı,yaşamalı korkmadan,kaçmadan,durmadan tüketmeden...Ama nasıl ?
Sorun üretip üretmemek de degil aslında, faydalı olabilmek.Herşeyden önce kendine faydalı olabilmek.Bunun yolu da üretmekten geçiyor.Üretimi tamamladığın zaman duyduğun haz fazlasıyla tatmin ediyor seni ve mutlu oluyorsun.Buna karşılık gelen kelime 'ego'.Sanırım egolarımız ne kadar tatmin oluyorsa o kadar mutluyuz.Doğruluğu ya da yanlışlığı ayrı bir tartışma konusu.Burada sadece mutsuzluğumun nedenine,kökenine inmek istiyorum.Birşeyler bulmaya yaklaştığımı söyleyebilirim.Ama herzamanki gibi teorik çok kolay pratikse depresyona sokacak kadar güç.Buradan ego tatmin olunca depresyona girilmez gibi düz bir mantık çıkarmak da yanlış olur.Depresyon bu nedensiz yere kendine çekebilir sizi.Tamam o zaman yeni araştırma konusu depresyon olsun :)
Tek başına düşününce herşey ne kadar basit görünüyor.Sonuçta çift sarmal yapılı organik bi bileşimin oyuncağıyız.Mutsuz musun ? Çikolata ye mutluluk hormonu salgıla,halsiz misin ? öpüş adrenalin salgıla...Güneş ışıyor bedenine bilmediğin milyonlarca reaksiyon sonucu farklı gör dünyayı :) herşey bu kadar deterministikse bu mücadele niye ? Ego? ,depresyon?,neden bu kadar rahatsızız ?
Bide düşündüm de herkes üretemiyorum neden acaba ? diye bu kadar kafa patlatsaydı,hala bu durumda mı olurduk ? Tüketimden şikayet eden bir toplum.Hımm hiç fena değil

23 Şubat 2009 Pazartesi

Yoksun hayatta izini birakmadikca, senin ardindan uzulenleri bile ogrenemeden hem de. neden agladigini bilmeyen insanlarin dunyasindayiz. gorsen de konusma, olmaya calis birsey, seni oyle de sevecekler. kim, seni gorundugunden fazlasi icin sever icinde...

BİR GARİP HİKAYE..

Çok şey oldu...Herşeyden önce artık yeni bir dönem ki artık o da eskimeye yüz tuttu.Koskoca on günü yitip gitti.Ne kadar da cabuk yitip gidiyor herşey.Oysa bir hafta öncesinde herşey başlangıç aşamasındaydı,o hızla yitip giden günler,kavuşma anına dönüşmek için naz yapıyordu sanki bana.Dakikalar,saniyeler geçmek bilmiyordu.Kavuşma anından sonra,zaman yeminini bozdu sanki,hersey bir anda yaşandı ve bitti...
Çok ortasından daldım farkındayım ama bugün içimden geldiği gibi yazmak istiyorum.Milyonlarca düşünce,yakalayamayacağım bir hızda geçiyor beynimden,bunların hepsini anlatamayacak olmam kötü.
Duygularım o kadar taze ki...Ayrılık,özlem,kavuşma,aşk,acı,hüzün,mutluluk,heyecan hepsinin bir sentezini barındırıyor kalbim , dolayısıyla çok sağlıksız...3 yıl öncesinde bu şehirden ( Bursa) ayrılırken dünyanın en mutlu insanı olurdum,döndüğümde anladım ki özler olmuşum buraları...Bana ait birseyler sinmiş bu şehre,benligime yerleşmiş,son durağım olmuş.Ama herşeye rağmen eksiğim bu şehirde,bir yarım seviyor bu şehri bir yarım direniyor bu sevgiye var gücüyle...Çünkü bu şehir benim için ayrılık demek,özlem demek,hüzün demek,gözyaşı demek.İyi yönlerini ne kadar çoğaltmaya çalışsamda,terazinin hep iyi kefesine yüklensemde,gözlerini hergün görmemi engellediği için lanet ediyorum bu şehre,onun havasını solumak düşmanıma boyun eğmekmiş gibi geliyor,yine de savaşıyorum bu duyguyla ama gücüm tükenmekte hissediyorum...Her kavuşmanın yeni bir ayrılık olduğunu bilerek sarılmak daha da tüketiyor gücümü...Bu şehri sevmeyeceğim hiç bir zaman ama yaşacagım inatla,düşmanımı ezercesine...
Bu şehirde tutunmamı sağlayan tek neden, onunla aynı dünyada aynı gökyüzünün altında yasıyor olmam,aylar hatta yıllar sonra da olsa gözlerine yeniden bakıp ellerini yeniden tutma olasılıgımın olması...yüzyıllar sürsede beklemek bu şehir yenemeyecek beni...
Bu şehire karşı kendimi güçlü hissediyorum, her ne kadar bazen tükendiğimi hissettirse de bana toparlanmam uzun sürmüyor. Biliyorum ki biz kilometrelere inat bu şehre inat yaşatıyoruz ,yaşatacağız bize dair ne varsa...HERŞEYE İNAT YAŞAMAKTIR AŞK !
Bugün bambaşka şeyler anlatacaktım.Bir tatil hikayesi yazmaktı planım ama dedim ya çok taze duygularım,çok taze ayrılık,çok taze özlem...baktığımı görmüyor, dokunduğumu hissetmiyorum.Kalbim farklı yerlerdeyken beynim farklı konulara odaklanamıyor.
Dokunmadan sevmeyi öğrenmek o kadar da kolay değilmiş, sil baştan başlamakta öyle...hele de öğrenmek istemezken hiç.Ne var ki payıma düşen dokunmadan sevmek,cenneti görmeden cennette yaşamayı bilmekmiş...
Ve herşeye rağmen avunmak lazım bir şekilde,avutulmaya izin vermek lazım yaşayabilmek için ,dolayısıyla : EN GÜZEL AŞK ZOR OLANMIŞ......yersen :)

BİR İRLANDA TÜRKÜSÜ

Daha kaç köyden sürülsün insan adam oluncaya dek ?
Daha kaç derya dolaşsın martı bulsam diye bir tünek ?
Daha kaç toptan atılsın gülle harp toptan kalkıncaya dek ?
Cevabı,dostum,rüzgarda bunun,cevabı esen rüzgarda...
Daha kaç yıl kök salsın ağaç bahar açıncaya dek ?
Daha kaç yıl kök söksün bu halk yerini bulsun diye hak ?
Daha kaç aydın ışığı görüp görmemezlikten gelecek ?
Cevabı,dostum,rüzgarda bunun,cevabı esen rüzgarda...
Daha kaç can canından geçecek cana yetinceye dek ?
Daha kaç el boş açılsın göğe göğermedikçe yürek ?
Daha kaç teller kopsun sazlardan bu ses duyuluncaya dek ?
Cevabı,dostum,rüzgarda bunun,cevabı esen rüzgarda...

40 YIL ÖNCEDEN GELEN SES...

'' Kürt halkı etnik bir gruptur.İçindeki sınıf mücadelesi gelişmemiştir.Feodalizm hakim durumdadır.Emperyalizm Türk ve Kürt şovenizmini körükleyerek bundan yararlanmaktadır.Bu halkı kendi feodallerine karşı mücadeleye sokmak,dil ve kültür haklarını tanımak,emperyalizme karşı ortak mücadele vermek gerekir.''
YUSUF KÜPELİ

TRT 6 'nın amacı bu kadar acık ve net olmamakla birlikte olumlu bir adımdır.Azınlık hakları hiçbir zaman gözardı edilemez,edilmemelidir. Hoş , oy çokluguyla iktidara gelen hükümetin, siyasi bir azınlığın oldugunu görmezden geldigi bir ülkede bir etnik grubun görmezden gelinmesine bu kadar şaşırmamk lazım...

BİR TUTKUDUR BASKETBOL...

Parkeye adımım attıgım anda kalbim farklı atmaya başladı... o anda DÜNYA BENİM GÖRDÜĞÜM SEYDİ.Tribünler bomboştu ama ben hınca hınc dolu bir tribünün hep bir agızdan adımı telaffuz ettigni duyabiliyor ve daha da artan bir sevkle oynuyordum.Her sayı da daha da artıyordu içimde ki mutluluk ve hayatta basaramayacagım hiçbir sey yokmuş gibi hissediyordum,o noktadan sonra hiçbirsey beni durduramazdı.Kısacık boyumla hiçbir ribaundu kaçırmıyordum.Ders çalışırken sanki maç yapıyormuş gibi çalışıyordum. Doğru çözdüğüm her soruda üç sayılık basket atmışım gibi seviniyor,yanlış yaptıgım her soruda yılmadan, durmadan savunmaya geri koşuyordum.Evet basketbol bana yılmadan savasmayı öğretmişti. Hayatı 30 sayı geride olduğum bir maç gibi görüyor ve mücadelemi o tempoda yapıyordum.Basketbol benim için sadece topun çemberden geçmesi degildi. O benim için bir tutku,bir hayat felsefesiydi...Yenildiğimi düşündüğüm her an saha da alıyordum solugu, kuru bir yerim kalmayana kadar oynuyor ve mücadeleyi yeniden ögreniyordum. 3.sınıftan beri en iyi arkadasım oldu potalar,beni dinlediler ve nasıl savaşmam gerektiğini ögrettiler...
Bugün de herzamanki gibi,kendimi mutsuz hissettigim anda dostlarımla birlikte sahadaydım ve yine parkeye bastıgım anda o eski halimden eser yoktu O anda dünya toz pembe görünmekteydi gözüme...içimde minik kelebekler kıpır kıpır,sanki kalbim bahardan kalma renkli bir çiçek bahçesi...ruhumsa tüm bu çiçeklerden beslenip güçlenen arı misali uçuşmakta...
Sevdiklerimle güzel geçirilen bir gün ve basketbol; bugünkü mutluluğumu bunlara borçluyum...bunlar hayatın bana verdiği hediyeler.Çocukluğumdaki ''günaydın dede'' misali...
Birkaç dostla birlikte, basketbol dolu ,geçirilen kısa bir zaman dilimi bugünün karı...
Sevgiler...

MAHİR ; ONLARIN ÖYKÜSÜ

Turhan Feyizoğlu'nun fırtınalı yıllara dair yazdığı onlarca kitaptan biri.Mahir Çayan'ın özelinde birçok devrimci liderin yaşamına,düşüncelerine değiniyor Turhan Feyizoğlu.Mahir Çayan'ın nasıl lider pozisyonuna geldiğinin altı çiziliyor.60'lı yıllarda yaşamak isteyen biri olarak kitaptan fazlasıyla etkilendim ve blogumda Mahir Çayan'a,o dönemde gençlerin neler düşündüklerine yer vermek istedim.


Mahir Çayan 1963 yazında üniversite sınavına girer ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile Tıp Fakültesini kazanır.Mahir ailesinin istegi ile ilk önce İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine kaydını yaptırır.Bu dönemde amcası Enver Bey 'in fikirlerinden etkilenmekte olan Mahir Çayan onunla yaptığı konuşmadan sonra Hukuk Fakültesine kaydını yaptırır.1964 yazında yeniden üniversite sınavlarına girer bu kez Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni kazanır ve bu fakülteye kaydını yaptırır.Türkiye soluna damgasını vuracak olan süreç böylece başlamış olur.Mahir Çayan kısa bir süre sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi-Fikir Klubü Baskanı olur.
Mahir Çayan'ın en önemli ve arkadaşları arasında söz sahibi olmasını saglayan özelligi bir teorisyen olmasıydı.O dönem yayınlanan Marksizm ve Sosyalizmle ilgli olan yerli yabancı tüm kaynakları okuyor okuduklarını kendi ideolojik sentezinden gecirerek arkadaslarına anlatıyor ve hep birlikte rotalarını beliliyorlardı.M ahir Çayan'ın Marksizim ve Sosyalizmle ilgil yazıları Aydınlık ve Kurtuluş dergilerinde yayınlanıyordu.bu yazılar birkaç yıl sonra Mahir Çayan'ın önderliğinde kurulacak olan THKP-C(Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephe)'nin parti programı olacaktı.


Kitabı okurken beni en çok etkileyen o dönem ki gençliğin çok fazla kitap okumasıydı.Örneğin Mahir Çayan yolda yürürken iki arkadaşının koluna girerek destek olmasıyla kitap okuyormuş.Bu derece okumaya düşkünmüş.O günkü gençlik bugünküyle kıyaslanamayacak derecede çok okuyor ve her konuda,savunmasa bile,bilgi sahibi oluyor.Bugün Yaşar Büyükanıta oy vermeyecegim şeklinde bir cümle kuran gençlik kitlesinin mevcut olduğunu düşünürsek o dönemin bu özelligi daha bir önem kazanır.


Tüm olumlu özelliklerine rağmen 60'lı yıllardaki gençlik hareketlerinin eleştirilecek noktaları da vardır.Bunlardan en önemlisi hareketin bölünmüş olması ve birçok fikir ayrılığı yaşanmış olmasıdır.Sol hareket Sosyalist Devrimciler ve MDD(Milli Demokratik Devrim)'ciler olmak üzere iki gruba ayrılmıştır.Mahir Çayan ve grubu önce TİP(Türkiye İşçi Partisi) içinde olmalarına rağmen daha sonra TİP mensuplarını Sosyalist Devrimcilikle suçlayarak TİP'ten kopmuşlardır.
Nedir bu Sosyalist Devrim ? Sosyalist Devrim,demokratik devrim tamamlandıktan sonra geçilecek olan aşamadır.Buradan da anlaşılacağı gibi Sosyalist Devrimi savunanlar Türkiye'de demokratik devrimin tamamlanmış olduğuna inanıyorlar.Tip içerisinde Sosyalist Devrimi savunanlardan Sadun Aren gerekçelrini şu şekilde açıklıyor:'' Demokratik Devrimi Lenin otokrasiye karşı Rusya'da savunmuştur.8 saatlikiş saati vs.için.Türkiye'de otokrasi mi var? Türkiye'de demokrasi vardır.'' Sosyalist Devrimcilere göre MDD tezi , sosyalist çizgiden bir sağ sapmadır,tamame küçük burjuva niteliktedir.


MDD'ci grup ise Sosyalist Devrimcilerin Türkiye'de demokrasi vardır söylemlerine Türkiye'de Filipin Tipi demokrasi vardır cevabıyla karsılık vermişlerdir.Sosyalist Devrimden önce demokratik devrim yapılması gerektiğini savunmuşlardır.Onlara göre MDD proleteryanın öncülüğünde,diğer devrimci sınıf ve tabakalarla birlikte basraıya ulaştırılabilecek bir devrimdir ve demokratik devrim Marksizmin zorunlu bir aşamasıdır.MDD yar sömürge,yarı feodal ülkeler için geçilmesi gerekli aşamayı oluşturur.


Fikir ayrılıkları bununla da bitmiyor MDD'de kendi içinde MDD'nin bir köylü devrimi olduğunu savunanlarla işçi devrimi olduğunu savunanlar şeklinde iki gruba ayrılıyordu.İlk grubu savunanlar arasında Mahir Çayan , Yusuf Küpeli , Ertuğrul Özkök ikinci grubu savunanlar arasında ise Doğu Perinçek , Orak Çalışlar gibi isimler var.'' Yeni Oportünizmin Niteliği '' başlıklı yazısında Mahir görüşlerini Mao Tse Tung'un görüşleri doğrultusunda şu sekilde sıralamıştır:


1)MDD özünde bir köylü devrimidir.
2)Devrim ordusunun temel gücü köylülerdir.
3)Belirleyici alan kırlardır.
4)Halk savaşı,köylü ordusunun kırlardan şehirleri fethetme savaşıdır.
5)İşçi sınıfının öncülüğünün objektif şartları MDD'de bölünmez bir bütün olarak mevcuttur.
6)Yarı sömürge ve yarı feodal ülkelerde,proleteryanın özörgütünde işçilerin çogunlukta olması sart degildir.Hatta genellikle yoksul köylüler çoğunluktadır.


Doğu Perincek grubunun görüşlerini ise şöyle özetleyebiliriz:

1)MDD köylü devrimi değildir.
2)Belirleyici alan sehirlerdir.
3)Devrimin temel gücü şehirlerdir.
4)Halk savaşı ile cunta hareketleri aynı şeylerdir.
5)İşçi sınıfının önderliğini tayin eden üretici güçlerin gelişme seviyesidir.
6)Proleteryanın özörgütünde işçiler mutlak birçogunluğa sahip olmalıdır.
Üçüncü bir göz olarak baktıgımızda bize nüans farkları gibi gelen farklılıklar o dönem gençlik arasında derin ayrılıklara sebep olmuştur.Bütün bunlara birde işçi ve halk tabanında örgütlenme tamamlanmadan silahlı mücadeleye geçilmesi de eklenirse başarısızlığın kaçınılmaz olduğu görülür.Kimbilir belki bunlar olmasaydı hareket başarıya ulaşacak ve Türkiye bugün bu halde olmayacaktı.Herşeye rağmen hepsine saygı duyuyorum.Onların yaptıklarını bizler yapamadık. Satırlarıma Mahir Çayan'ın bir sözüyle son vermek istiyorum: '' KİŞİLİKLERİNDE DEVRİM YAPAMAYANLAR DEVRİMCİ OLAMAZLAR. ''

NOT:Turhan Feyizoğlunun diğer kitapları;''Deniz / Bir İsyancının İzleri'' , ''Türkiye'de Devrimci Gençlik Hareketleri (1960-1968)'' , ''İbo / İbrahim Kaypakkaya'' , ''Sinan / Nurhak Dağlarından Sonsuluğa'' , ''Fırtınalı Yıllarda Ülkücü Hareket'' , ''Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF)'' ,'' Demokrasi Mücadelesinde Sosyalist Bir Öğrenci Hareketi'' ve ''Yılmaz Güney / Bir Çirkin Kral''

HOMO MODERNUS

Hayatta bazı şeyleri aşmış olmak gerektiğine inanıyorum.Ama kaç kişi bunu becerebiliyor bilemiyorum.Hindistandaki meditasyon üstadlarını bu kategorinin dışında tutuyorum çünkü onlar kadar kopuk olmadan başarılması gerektigini düşünüyorum bu olgunun.En basitinden insanların kötü özelliklerini görmemek bi kendini aşmışlık belirtisidir,komplekslerden kurtulmuş bir insandır bence bunu basarabilen.En basiti diyorum ama bu biz insanlar için en zor olanı galiba.Herkes birbirinin açıgını araken bu pek mümkün gözükmüyor.Homo modernus denilen insan modeli degerlere önem vermiyor artık.Felsefesi; açık kapıdan içeri girip tüm iyi özellikleri kemirmek,elma kurdu misali...iyilik en büyük erdem derler ya gercekten de öyle insan iç huzura kavusuyor.Ama insan dogası geregi egoist oldugu için bunu basarması güçlesiyor basarsa bile yaptıgı kötülüklerle dengeleniyor. Hiç bir zaman terazide denge bozulamıyor buna baglı olarak da en büyük erdem iyilik oluyor.Çünkü ulasılması güç...Oysa bir insanı sevmekle başlar hersey...kimse farkında degil varsa yoksa kavga,para,kariyer ugruna yapılan iğrençlikler,güçsüzleri ezmek bunları devletler bazında ele alırsak bu zamanda her yolun kapitalizme çıktıgını görüyoruz.Kapitalizm kapsar tüm kötülükler gibi matematiksel bir ifade ile de açıklanabilir yeni yüzyıl.En kötüsü de bunları değiştirmek için hiçbirşey yapmıyoruz,yapamıyoruz...Evet dertlerim var bu dünyaya dair,beni acıtan cok sey var,kendimden utandıgım anlar cogunlukta,o eleştirdiğim çarpık sistemin carkları arasında çalkanıyorum,oyalanıyorum,dertlerimi unutuyorum.Birilerini eleştiriyorum bi bakmışım iki gün sonra o eleştirdigim seyleri ben yapıyorum.Ve en kötüsü bu boşlugun tüm bu boşvermişligin tüm bu yaptıklarımın bir anlamı yok.Hayatımda neler oluyor, bana neler oluyor, bana kim hükmediyor ben bile farkında degilim.Sanki tüm bu yaptıklarım olaganmış gibi yasamaya devam ediyorum...Keşke 68'li yıllarda yasasaydım,o duyarlı genclik akımının içinde olsaydım.Aslında bugün, 40 yıl sonra tepki gösterilecek çok daha fazla satılmışlık kokan faaliyet var ama gençlik susuyor...40 yılda büyüdü HOMO MODERNUS kocaman bir canavara dönüştü.Sistem önüne yem atmaktan hala vazgecmedi.Onu daha da büyütmeye kararlı,hiçbir konuda olmadıgı kadar...GÜN SİLKELENİP KENDİNE GELME GÜNÜDÜR ! OKUYAN HERKESE SELAM OLSUN !